30 Ekim 2012 Salı

Sokak Dökümü


Şarkıcılardan Buika.
Babamla çıktık.

Bugün törenler olduğu için bir süre iş yerinde bulunması gerekiyordu.
Anahtarı uzattı. "cık" sen kullan dedim. Canım istemiyordu. Zaten inecektim yolda.
Şehir merkezinde bıraktı, geçti.
-
Her zaman uğradığım bir yer vardı. Kırtasiye ve kitap iç içe. Tam da sevdiğim gibi.
Zaten kırtasiye deyin bana.. 
Renkli tükenmez kalemler, etiketler, kalemtıraşlar, envai çeşit tahta kalemler deyin..
Saatimi kolumda pause yapın zaman dursun orada.
İşte oraya uğradım..
Pek bir şey bulamadım. 
Sadece bir anahtarlık.. ama çok beğendim. Sevdiğim birine hediye olacak.
-
Sonra oradan çıktım. Cumhuriyet yürüyüşüne katıldım.
"halkın bayramı engellenemez" sloganını beğendim. Onlar son ses yükseltirken göklere ben içimden düşünmeyi uygun buldum. Kafa değişik çalışıyor ya biraz, kimden hangi yaş gurubundan kaç kişi gelmiş, bir şeylerin bilincinde mi yoksa öylesine mi uğramış, kimler neden bayrak taşıyor, hangi siyasi ve sivil gruplar katılmış.. Bunları yokladım. Ama bunun için çok izin vermedim kendime. Öyle işte üç-beş dakika kadar hızla tarayıp kaydettim. Gelecekte lazım olacak bunlar. Hayaller hayaller hayaller işte.. Güzeldi yürüyüş. Saygı duruşunun ve İstiklal Marşı'mızın ardından ayrıldım. Düzenleyen grupların temelsiz, içinde çözüm fikri barındırmayan ve son derece bayağı söylevlerini dinleyebilecek kadar zaman zengini değilim şu sıralar. 
Boşuna bayram dememiştik oysa bugünlere.
Bayramların anlamlarını yitiriyoruz. 
Toprağa emanet ettiğimiz yüz binlerce şehidimize vefasızlık ediyoruz. 
Atatürk başta sayısız gazimizi unutuyoruz.
Bayrağımızı görmüyoruz.
İstiklal Marşı'mızı duymuyoruz. 
En kutsal varlıklarımızı, -inançlarımız başta- tepemizdeki -belki üç beşi müstesna(çalışanları da vardır, günahlarını almayalım)- yaklaşık 550 milletreziline rezil ettiriyoruz. Bu değerleri meclisteki kulislerde üç paraya satmalarına izin veriyoruz. Neyse bunları ayrıca yazmak gerek. Tabi buraya değil. Adımın da olduğu bir yere. Ayrıca 24 Kasım da yaklaşıyor, akıl vermek gibi olmasın da(!) onun için de yazmak gerek, mühim bir gün netice de.
-
Sonra işte..
Kitapçıya uğradım. İhsan Oktay Anar'ın son kitabını almamıştım henüz. Bir anda herkes konuşmaya başlayınca ve daha kitap çıkmadan ön satışa çıkınca soğuyuvermiştim. Geçen gün bir akrabamda -ki benden bir yaş büyük olsa da abi derim kendisine- konuşurken elime alıp incelemiştim ilk kez. İlk baskısını artık bulmak zor olur deyince kafam zonkladı. Sağolsun, abim felsefetördür kendisi, İhsan Hoca da öyledir ya, çok dikkat eder basım masım işlerine. Nasıl aklıma gelmedi benim! Bizim burası küçük memleket ya, dedim kesin kitapçılarda hala ilk basımı vardır. İşte bugün yürüyüşten sonra kitapçıya gittim. Az kitapçı var burada, azı da azalmakta.. Giren çıkan az. Ne zaman gelsem destek olmak isterim şu halimle bile.. Hemen gidip bildiğim üç kitapçıdan da bir şeyler alırım. İnternetten kitap almayalı da epeyce oldu zaten. Ayrıca abim bir de mantolu kitabını sıkıştırıverdi elime. "Aralıksız okuyup bitirebileceğin bir gün de başla iyen" diye de ekledi. Madonna ile şahsi tanışıklığımız yoktur ama ben dükkanda gocuk sorumlusuyum. Ona da feydası olur diye düşündüm. Tabi yerseniz. Kitapçıda gözlerim raflarda pejo 103 motora binen serseri çocuklar gibi gezerken bir şiir kitabı dikkatimi çekti. Oradan bir beş mısralı okudum rastgele. Kapkaranlıktı. Sevmedim. Ulan dedim daha da böyle şiir okursam.. Şiir, hiç olmazsa bana, aydınlık olmalı, "Güneş" gibi gelmeli. Şu an yaşayan her şair bir tane olsun bana özel ışıklı şiir yazmalı. Gerçi, adı gizli, bir kişi bi' tane yazsa yeter. Konusu farketmez. Güneşli olsun yeter. Neyse ben bi' süre şiir okumayacağım. Ne anlattığını bile idrak edemedim ama içimi kararttı o beş mısralı.
--


Kitabımı da aldıktan sonra yüz elli yıllık Çakaloz Cami'ye yürüdüm. Öğle namazımı Kıldım. Dua ettim. Sevdiklerimi andım bolca. Uzun uzun bahsettiklerim de oldu. Kimse de yoktu o sırada.. Çokça da fotoğraf çektim. Saatleri de kurcaladılar ya yine, bir baktım ikindiye de az kalmış. Başka bir camiye gittim dolana dolana. Orada biraz oturdum. Hoca Kur'an okuyordu, bir ben vardım. Sonra dedeler de geldi. Bir yandan da çaktırmadan fotoğraf çekmeye çalıştım yine. Tabi dedelere yakalansak makineli şapaşilleye tutarlar Allah muhafaza:) Ezan okundu. Şöyle ardıma dönüp bir baktım.. Kapıya çıkıp, "hadi! ezan bitmek üzere! yok mu başka gelen!" diye seslenmek geçti içimden.. Ne seslenmesi.. Bağırmak.. Zira bu yaşımda en genç ben vardım. Olmamalıydım. Başkaları da olmalıydı. Cami doluydu ama.. Benim gibi içi boşlardan azdı.. Üzüldüm. Hiç olmazsa en yakın kişiyle aramda en az beş yaş olmamalıydı. 

Güzel çekimler yaptım burada. Başka bir zamanda başka vesilelerle yayınlayacağım onları. Bir kişi için. [iç not: şarkı açmıştım az önce yazarken bana eşlik etsin diye. dinlemeyi unutmuşum. sonra yeniden açtım. yine dinlemeyi unutmuşum. biri bunu açıklasın bana] Burada da güzel şeyler diledim Hak'tan. Af başta. Camiden çıkarken tam, babam aradı. Çıkmış, dışardaysan seni alayım dedi. Ben de yorulmuş idim zaten dolanmaktan. Pek güzel oldu. O gelinceye kadar karşıdaki elektirikçiye geçip on metre kablo aldım İzmir'deki bir takım ev işleri içün. Burada her şey ucuz.. Hem de buradan ta İzmir'e taşınacak kadar ucuz.
--
Sonra babam geldi aldı gittik.
Yol üzerinde kırtasiye malzemelerinin de bolca olduğu bir kaç markete uğradık. Oralardan da İzmir'de bulamayacağım fiyatlara pek çok şey aldım. Eve geçerken ben kullandım. Hava güzeldi. Ancak sokaklar sessizdi. Malum okul var yarın. Ve gün bitmek üzereydi. Sokaklar akşama terkedilmişti.

Sahi..
Ben daha sırt çantamı hazırlayacağım..
Dokuzda yolculuk,
Üçte de iş var yarın.
Tabi hayat lütfedilirse yarına.
Haydin selametle.
--
Envai çeşit Buika. 
Ha boyna Buika dinliyorum eskidenki gibi.
Evde son gecenin son uyanık anları(polim olabilir)
İsa Hazret'in doğumundan sonraki iki bin on ikinci yılın,
Onuncu ayı,
Kırk dördüncü haftası,
Üç yüz dördüncü günü.
Birinci saati,
Üçüncü dakikası.
Elli sekizinci saniyesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder